Oldukça güzel bir hikaye... ( Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim.)
TUZLU KAHVE (Richard Fawler)
Kıza bir partide rastlamıştı. Harika bir
şeydi. O gün peşinde koşan o kadar çok delikanlı vardı ki... Partinin sonunda
kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın
davetine şaşırdı ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen
köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin
çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı. "Ben
artık gideyim" demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.
"Bana biraz tuz getirir
misiniz" dedi. "Kahveme koymak için". Yan masalardan bile şaşkın yüzler
delikanlıya baktı... Kahveye tuz!..
Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan ama
tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla "Garip bir ağız
tadınız var" dedi.
Delikanlı anlattı:
"Çocukken deniz kenarında yaşardık.
Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan
hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam
bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem çocukluğumu, deniz kenarındaki
evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. Annemle babam hala o deniz kenarında
oturuyorlar. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki".
Bunları söylerken gözleri nemlenmişti
delikanlının. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı.
İçini bu kadar samimi döken, evini
ailesini bu kadar özleyen bir adam evi, aileyi seven bir olmalıydı. Evini
düşünen, evini arayan, evini sakınan biri. Ev duyusu olan biri.
Kız da konuşmaya başladı. Onun da evi
uzaklardaydı. Çocukluğu gibi. O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet
olmuştu. Tatlı ve sıcak.
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade
güzel başlangıcı olmuştu tabii.
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel
öyküde olduğu gibi, prenses prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu
yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine, içine bir kaşık tuz koydu,
hayat boyu. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü.
40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti.
"Ölümümden sonra aç" diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına.
Şöyle diyordu satırlarında:
"Sevgilim, bir tanem.
Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir
yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan
söyledim. Tuzlu kahvede. İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı
ve gergindim ki, şeker diyecekken "tuz" çıktı ağzımdan. Sen ve herkes
bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın
bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı
defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık
korkmam için hiçbir sebep yok. İşte gerçek. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve
rezil bir tat. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de
zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben
bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden
yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek
isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da".
Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam
ıslattı.
Lafı açıldığında bir gün biri, kadına
"Tuzlu kahve nasıl birşey?" diye soracak oldu.
Gözleri nemlendi kadının.
"Çok tatlı!.." dedi.
çok etkileyici... okumanızı şiddetle tavsiye ederim..
YanıtlaSilEvet oldukça güzel bir hikaye. Hikayeyi beğendiğin için ve güzel yorumun için çok teşekkür ederim.
Sil